Şirketin İcra Kurulundasınız. Kritik değerlendirme toplantılarınızdan birisinde sayıları konuşuyorsunuz… Sayılar hiç de fena değil bu arada. Müşteri şikayetleri belirlenmiş sınırlar içinde kalmış, satış ve gelir rakamları tutacak gibi görünüyor, finansal hedefleriniz de tutuyor… Bir sistem sorunu varmış bir iki gündür, onunla da ilgileniyormuş çocuklar, çözülecekmiş bugünlerde. Oh ne güzel, olması gerektiği gibi işler.
Toplantıdan sonra odanıza dönüyorsunuz. Dudu Abla okkalı kahvenizi getiriyor, keyifle yudumluyorsunuz. Epostalar, raporlar derken bir günün daha sonuna geliyorsunuz. Ceketinizi alıp lüks şirket arabanıza doğru ilerlerken akşamki yemek organizasyonuna hazırlıyorsunuz kendinizi…
Bu arada…
Mehmet telefonu kapatırken, yine bir müşterisinden çok ağır laflar işitmenin verdiği yıkımla bilgisayarının ekranına bakakalıyor. Günlerdir sürmekte olan sistem arızası nedeniyle yine bir teklif verememiş, bugün alınması gereken çoğu karar yarına ötelenmiş bir kez daha. Yönetim onayı bekleyen birkaç konu da yoğun toplantı gündemi nedeniyle değerlendirilememiş. Derken, müşterisinden bir telefon daha;
“Valla Mehmetciğim, seni severim ama daha fazla bekleyemem. Ben diğer firmadan aldığım teklifi değerlendirmeye karar verdim. Zaten sizden daha uygun teklif verdiler, benim de işim gücüm var, artık bu konuyu çözüm başka işlerime bakmak istiyorum.”
Mehmet, satış hedeflerinin tutmama endişesi bir yanda, şirketine duyduğu öfke bir yanda günü kapatırken her yönüyle başarısızlıklarla dolu bu günü bir an önce bitirme isteğiyle ilerliyor düz vitesli şirket arabasına…
—————————————————————-
Her gün kim bilir kaç kere yaşanan olaylardan bir örnek bu sadece. Yukarıda yolunda gitmekte olan hayatın aşağısı için de geçerli olduğunu varsayarak geçen kim bilir kaç yıldır çeşitli yönetim kademelerindeyiz. Önümüze gelen her sorunu, gerçek hayata olan etkisini göz ardı ederek masamızda ve toplantı oldalarında çözmeye çalışıyoruz. Ve bir süre sonra, liderlik ve yöneticiliğin tamamen bir masa ve toplantı odası işine dönüştüğünü görüyoruz.
Oysa liderlik ve yöneticilik, her zaman sahada ve “aşağıda” neler olduğunu bilmek, olanlara duyarlı olmak ve çözüm üretmeyi gerektiriyor. Müşterinin sürekli yanında olmak ve deneyimine tanıklık etmeyi gerektiriyor. Olanı biteni hem müşterinin hem çalışanın gözünden görebilme yetisini kaybetmemeyi gerektiriyor. Sürekli gözlem yapmaktan kaçınmamayı gerektiriyor… İşimizi kurmaylarımızdan aldığımız bilgilerle değil, cepheye bizzat çıkan bir komutan gibi anlayarak yönetmemiz gerekiyor.
Yöneticilik ve liderlik konusunda iyi örneklere baktığımızda, kendilerine bağlı olan ekiplerle anlık teması hiç kaybetmediklerini, yapılan iş her ne ise sahaya her koşulda inmeye açık olduklarını ve mutlaka da indiklerini görüyoruz. Böylece herhangi bir karar alırken yalnızca kendilerine aktarılan bilgilerle yetinmeyip kendi gerçek gözlemlerini de göz önünde bulundurduklarını görüyoruz. Bir arıza olduğunda işletmeye indiklerini, kolları sıvayıp işe koyulduklarını görüyoruz. “Müşteri ne ister, ne bekler?” sorusuna kendi müşteri ziyaretlerinden beslenerek karşılık verdiklerini görüyoruz. Veya “ çalışanlarımız mutlu mu, neye ihtiyaçları var?” sorusunun yanıtını bizzat çalışanların kendisinden dinlediklerini görüyoruz. Ve tabi ki, bu tür profillerin yöneticilik ve liderlik konusunda çok daha başarılı olduklarını görüyoruz.
O halde tırmandığımız koltukları bırakıp, sahaya; işin içine inme zamanı….
O halde işi, raporlar ve rakamlardan ibaret olarak görmeyi bırakma zamanı…
O halde çalışanlarımızla, müşterilerimizle olma, onların gerçek deneyimine tanıklık etme zamanı…
O halde gerçek hayatın içinde olma zamanı…