İş veya özel yaşam fark etmeksizin “hayır” demekte zorlandığı için çok daha zor durumlara düşenlerimiz vardır elbet. Nezaketen kabul ettiğimiz veya istemeden de olsa söz vermek zorunda kaldığımız birçok durum sonrasında kendimize açtığımız cephelerde savaşır hale gelmemize neden olur neredeyse.
Peki nedir bu kendi başımıza istemeden de olsa açtığımız derdin nedeni?
Özetle, “hayır” diyememenin 2 temel nedene bağlı olduğunu söyleyebiliriz. Birincisi, sahip olduğumuz kişilik özellikleri; yani kişilik profilimiz, ikincisi ise içinde büyüyüp yoğrulduğumuz ortam; yani sosyolojik yapı.
Kişilik özelliklerine bakıldığında, ne kadar insan odaklı bir yapıya sahipsek o kadar başkalarının ne düşüneceğinden yola çıkarak karar alma eğilimi gösteririz. Hayır dediğimizde, başkalarının bizim hakkımızda ne düşüneceği, bizi eskisi kadar sevip sevmeyeceği gibi konuları göz önünde bulunduruyorsak insan odaklı yönümüz kuvvetle muhtemel ağır basıyor demektir. Kulağa çok hoş gelse de gerektiğinde “hayır” diyemeyecek kadar insan odaklı olmak aslında bir bakıma çevremizdeki kişilerin bizleri sevip onaylaması için gereğinden ağır bedeller ödemek anlamına gelmeye başlar. Hayır diyememek konusunda ne kadar ileri gidersek bir süre sonra, çevremizdeki herkese her istediğini veren; ancak bunun karşılığında beklediğimiz sevgi, saygı ve değere erişemeyen kişilere dönüşme ihtimalimiz artar.
İçinde yetiştiğimiz sosyolojik yapı veya kültür de bu tür davranışlar geliştirmemizde büyük rol oynar. Örneğin, kolektif toplumlarda; büyük bir topluluğun ahengi bozmayan kusursuz parçası olmak daha çok takdir edilir. Bireysellik, herkesten farklı düşünmek ve bunu dile getirmek neredeyse ayıplanır. Dünyayı ortadan ikiye böldüğümüzü varsaysak, doğuya doğru gittikçe kolektif kültürün çok daha hissedilir olduğunu görebiliriz. Bu toplumlarda, ayıplanma ve utanma duygusu insanların başa çıkmakta en çok zorlandığı duygular arasında gelir. “Hayır” demek de başkaları tarafından ayıplanma ihtimali doğurabilecek davranışlardan biridir bu açıdan bakıldığında. Ülkemizin de Uzakdoğu’daki kadar olmasa bile kolektif bir kültüre sahip olduğunu, “hayır” demenin çoğu zaman nezaketsizlik sayıldığını söylemek mümkün.
Bu girizgahın ardından gelelim konumuza. Hayatımızın hangi alanında olursa olsun gerektiği halde “hayır” diyememek son derece yorucu olduğu gibi fazladan yorulmanın ötesinde can sıkıcı sonuçlara yol açabiliyor. İş yaşantımızda alamayacağımız sorumlulukların altına girip olumsuz sonuçlar üretmemize, gereğinden çok daha fazla çalışmamıza, kendi haklarımızı gerektiği oranda gözetemememize ve orta vadede mutsuz ve etkisi azalmış birer çalışana dönüşmemize neden olabiliyor.
Peki nerden başlayacağız bu sorunun üstesinden gelmeye? Elbette kendimizden;
Özgüven düzeyimiz ve öz değerlilik algımız belirleyicidir: Kendi haklarımızı gözetmenin veya gerektiğinde bizden istenen bir şeyi geri çevirmemizin bize duyulacak sevgi veya bize verilecek değerle ilişkisini gözden geçirmemiz gerekir. Başkaları tarafından onaylanmak veya kabul görmenin altında yatan şey onlara istediklerini vermekten ziyade kendimizle ilişkimizin ne olduğuyla ilgili aslında. Bu konuda çalışma ihtiyacımız var ise öncelikle özgüvenin veya öz değerlilik algısının nasıl oluştuğu yönünde derin bilgiye sahip olmakta fayda var. İnsan ilişkilerinin kilit taşlarından biri olan özgüven veya öz değerlilik konusunda yazılmış birçok faydalı kitap var. Üstelik, bu konuda bilgi sahibi oldukça keyifli bir yolculuğa çıktığımız duygusunu yakalamak işten bile değil.
Ne dediğimiz değil, nasıl dediğimizdir önemli olan: İletişimin bileşenleri incelenmeye başlandığından beri, söylenen sözlerden ziyade o sözlerin ne şekilde söylendiğinin çok daha önemli olduğu onlarca araştırmayla ortaya koyulmuş durumda. Ne mutlu ki; “hayır” demekte özgürüz! Sadece neyi neden yapamadığımızı uygun bir dille ifade etmeye özen göstermek gerekiyor. Bu vesile ile, asıl konunun “hayır” demekle ilgili olmadığının altını bir kere daha çizmiş olalım. Asıl konu, yapıcı bir şekilde “hayır” diyebilmekle ilgili. Böylece karşımızdaki kişilere “ne hissedeceğini ve ne düşündüğünü önemsiyorum” mesajını hala verebiliyoruz.
Duygularımızdan ziyade akıl ve mantıkla karar vermek anlaşmayı kolaylaştırır: Konu duygular olduğunda kendimizi açıklamak, tarafsızlığımızı ortaya koymak ve konuları kişisel olmaktan çıkarmak oldukça zordur. Oysa akıl ve mantık çerçevesinde verdiğimiz her karar, karşımızdaki kişinin talebini reddedecek de olsak çok daha kolay bir şekilde iletişim kurma imkanı sağlar. Kişileri değil durumları, duyguları değil olguları konuşur hale geliriz böylelikle.
“Bakarız” veya “belki” demek daha kolay bir yol değildir: “Hayır diyememe” sorunu yaşayanların bir kısmında “bakarız, belki” deme eğilimi olduğunu görürüz. Oysa, “bakarız”lı, “belki”li mesajlar karşımızdaki kişi için umut anlamı taşır ve beklenti yaratır. O nedenle, ilk andan geri çevirmemiz gerektiğinden emin olduğumuz bir konu varsa karşımızdaki kişiye bunu açık ve net bir şekilde ifade etmek gerekir. Geçiştirdiğimiz veya “belki”lerle ötelemeye çalıştığımız her durum, yerine getiremediğimiz bir talep olduğunda ilişkilerimizin bozulmasına ve bize duyulan güvenin azalmasına neden olur.
Onaylanmak ve sevilmek için kendimizden vazgeçmemiz gerekmiyor. Bize gerektiğinde “hayır” diyebilen ve hala sevebildiğimiz insanlar olduğunu, “hayır” demenin bir nezaketsizlik olmadığını ve daha da önemlisi “hayır” demenin öğrenilebilen bir davranış olduğunu her zaman hatırlayalım.