Beni Bu Hale Getirenler mi Utansın?
Genel Müdür Yardımcısı Tülay Hanım ile nadir sohbet anlarından biriydi Didem’in. Oldukça da heyecanlıydı bu yüzden. Tülay Hanım’ın odasında karşılıklı kahvelerini yudumlarken rahat hissetmek için bir çaba sarf ettiğini fark etti birden. Oysa onunla sürekli iletişimde olan, sosyal ortamlarda aşırı samimiyet içinde olan bir sürü arkadaşı vardı. Korkulacak, çekinilecek biri değildi aslında. Ama yine de her zamanki Didem olamıyordu sanki.
Tülay Hanım, sohbet arasında küçük öğütler de veriyordu Didem’e;
- Bak Didem’cim. İşinde çok başarılısın ve seninle çalışmaktan çok memnunuz. Ama network’üne biraz daha yatırım yapman lazım. Kendini girdiğimiz her ortamda daha çok göstermen lazım. Yaptıklarını anlatman lazım ki insanlar seni daha yakından tanısın. Senden daha azını yapanları çok daha fazla tanıyor diğer yöneticiler.
- Çok güzel işler yapıyorsun, ama hiçbir ortamda anlatmıyorsun. Herkes kendisi görsün istiyorsun; ama kimse senin ne yaptığınla ilgilenmez. Senin kendini ifade etmen lazım.
Ve yine aynı konu gelmişti önüne. Didem pek de bayılmıyordu öyle sürekli yeni ilişkiler kurmaya. Özellikle iş yerindeki “fırsatçı ilişkiler”i hiç ama hiç onaylamıyordu. Yapıyordu işte işini layıkıyla ve hatta üstün başarıyla. Yöneticiler de bir zahmet iş yapanla yapmayanı ayırt etsin; öyle ilişkilere bakarak insanları değerlendirmesin istiyordu.
Bir yandan ilişki kurmak konusunda hissettiği eksiklik duygusu, bir yandan da kendini haklı çıkaracak bir sürü düşünceyle, sohbet akıp giderken kendi içinde kaybolduğunu hissetti. Çocukluğunu, okul yıllarını düşündü. Her zaman böyleydi Didem. Kendine camdan bir kale kurup yaşamaya çok alışmıştı. Değişmek istiyordu aslında; ama ne yapacağını pek de bilmiyordu… Kişiliğiydi bu aslında. Kişiliğini mi değiştirecekti bu saatten sonra?
Didem’in hata kabul etmeyen, sevgisini pek de göstermeyen babası ve hiçbir şeyden kolay kolay memnun olmayan annesiydi bugün olanların nedeni. Yaptığı her şeyi kusursuz yapmaya çalışarak annesini ve babasını memnun etmeyi öğrenmişti. Hayatta kalmayı böyle öğrenmişti diğer bir deyişle. Girdiği her ortamda, özellikle kendisini iyi tanımadığını düşündüğü insanların yanında “hata yapma endişesi”yle hareket ediyordu. Oysa şimdi birileri yine değişmesi gerektiğini söylüyordu… Hepsi, ama hepsi annesinin ve babasının suçuydu!
--
İlk öğrenmeye başladığımızda hepimizin ufkunu genişleten bir konudur “kişilik oluşumu ve gelişimi”. Şu anda olduğumuz ve olmaya devam etmekte olduğumuz şeyin ömrümüzün ilk yıllarında oluştuğunu öğrenmek hepimizi şaşırtır aslında.
Psikologlara göre, kişiliğimizin %75’i 3-3,5 yaşa kadarki dönemde oluşuyor. Daha konuşmayı bile tam öğrenememişken, hayatımızla ilgili hiçbir sorumluluk alamayacak haldeyken, muhakemeden oldukça yoksunken kalan uzun yıllarımızın en büyük temellerinin atıldığını bilmek birçok şey sorgulatır bize.
Bunu öğrendiğimiz anda, hemen bizi yetiştiren ebeveynlerimizi düşünürüz. Yetiştiğimiz mahalleyi, dönemi, kültürü düşünürüz. Anlarız ki, bugün müdürümüzün değiştirmemizi beklediği davranışlarımızın temelleri oralarda bir yerlerde atılmış. O halde kişiliğimiz çok erken yaşlarda oluşuyorsa kişiliğimizden sorumlu değiliz diye düşünme kolaylığı içinde buluruz kendimizi. Çünkü zordur davranışlarını değiştirmek…
Yine de bir “kendini tanıma, kendinin farkına varma” yolculuğuna zorlamaya devam eder bizi hayatın getirdikleri.
Peki o zaman ne yapacağız bu ve benzeri durumların üstesinden gelmek için? Bambaşka biri gibi davranarak idare mi edeceğiz? Kolay mıdır peki?
O kadar da kolay değildir maalesef…
Öncelikle farkında olma halini biraz daha ileriye taşımamız gerekiyor. Uzmanlara göre, farkındalığın farkındalık olması için 3 sorunun yanıtını vermiş olmamız gerekiyor:
- Tam olarak ne yapıyorum?
- Yaptığım şeyin başkaları üzerindeki etkisi ne?
- Yaptığım şeyi tam olarak neden yapıyorum?
Bu 3 sorunun yanıtını verdiğimiz anda, aslında herhangi bir durumla ilgili; mesela Didem’in ilişki oluşturma, ilişki kurma konusundaki bariyeri ile ilgili tam bir farkındalığa ve anlama haline ulaşmış oluyoruz. Dolayısı ile “ben böyleyim işte; kişiliğim bu” diyerek işin içinden çıkmaya çalışmak fazlaca kolaya kaçmak anlamına geliyor.
Madem ki böyleyiz, bunun başka insanlar üzerindeki etkisini iyi anlamamız gerekiyor. Başka insanların gözünde bizimle ilgili oluşan resme de hakim olmamız gerekiyor. Ayrıca tam olarak neden böyle bir davranış biçimi geliştirdiğimizi de anlamış olmamız gerekiyor.
Dolayısıyla “beni bu hale getirenler utansın” demek yerine, insan olmanın bir gerekliliği olarak kendimizi ve davranışlarımızı tam anlamıyla tanımak ve anlamlandırmak gibi bir sorumluluğumuz var. Bu da demek oluyor ki; kişiliğimizden kaynaklanan davranışlarımızdan tamamen biz sorumluyuz, başkaları değil. Kendimizi bizi yetiştiren insanların ortaya çıkardığı kurbanlar olarak görmeyi bırakıp, kendimizin kurtarıcısı haline gelmemiz gerekiyor.
Yetişkin bir birey olmak, bu sorumluluğu üstlenmeyi ve bu uğurda kendimizi geliştirmek üzere çaba sarf etmemizi gerektiriyor. Tam olarak ne yaptığımız konusuna hakim olmak için de bize verilen her türlü geri bildirime, bazen can yakıcı olsa dahi açık olmamız gerekiyor.
Aksi halde, camdan kalelerimiz içinde “başımıza gelenler”in nedenlerini bir türlü anlayamayan, her zaman diğerlerini suçlayan ve “kurban” rolünü kabul etmiş edilgen bireyler olarak kalmaya devam edeceğiz.
Diğer bir deyişle, hep 3,5 yaşında olmaya devam ettiğimiz gibi, hayatımızla ilgili sorumluluğu hep başkalarında aramaya devam edeceğiz…
Peki nasıl geleceğiz bu kadar zor bir değişimin; hatta gelişimin üstesinden? Diyelim ki anladık neyi neden yaptığımızı; sırada ne var?
Geçmiş hikayemizi gözden geçirdiğimizde, yapmakta olduğumuz ve değiştirmek istediğimiz şeyin aslında bize bugün pek de anlamlı görünmeyen nedenleri olduğunu keşfetmemiz çok olasıdır. Yani, çocukluk dönemimizdeki algılama biçimimizin bugünkü aklımızla pek de bağdaşmadığını göreceğiz büyük ihtimalle. Misal; Didem’im kusur kabul etmeyen babası sınıf birincisi olmadığı için Didem’e iyi bir fırça attıysa ve Didem de bu ve benzeri davranışlar nedeniyle hep eksik ve başarısız olduğunu hissettiyse; bugünkü aklıyla değerlendirdiğinde aslında sınıf ikincisi olmanın da çok büyük bir başarı olduğunu görecektir.
Geçmişte yaşadığımız ve o dönemki algılama kapasitemizle tepki geliştirdiğimiz her durumu bugünkü aklımız ile yeniden gözden geçirmek bu gelişim sürecinde son derece etkilidir. Hiç düşünmeden, otomatik olarak geliştirdiğimiz duyguların ve bununla bağlantılı davranışların değişmesi bu yolla gerçekten mümkün. Bir bakıma, geçmişimizi bugünkü değerlendirme kapasitemizle temize çekmek ve hayat hikayemizi önemli rötuşlarla yeniden oluşturmak çok kolay olmasa da yeterli çabayla mutlaka sonuç verecektir.
İşte tam da bu nedenle, davranışlarımızın sorumluluğunu almak ve davranışlarımızı iyileştirerek yetişkin bir birey olmanın heyecanına kucak açmamız gerekiyor.
O halde hemen aşağıdaki soruların yanıtlarını aramakla başlayalım mı?
- Tam olarak ne yapıyorum?
- Yaptığım şeyin başkaları üzerindeki etkisi ne?
- Yaptığım bu şeyi tam olarak neden yapıyorum?