İş hayatı, hedeflenen iş sonuçlarını elde etmek için rutin işlerimizi yapmaktan ibaret olsaydı keşke. Oysa, beklenen iş sonuçlarını elde etmek için sürekli karşımıza çıkan problemlerin üstesinden gelmemiz gerekiyor. Ve bu durumda problem çözmek, başarının en önemli anahtarlarından biri olarak çıkıyor karşımıza.
Peki problem çözmekte ne derece başarılı olabiliyoruz? Ya da problemlere yaratıcı çözümler bulmak gerektiğinde ezberlerimizi ne kadar bozabiliyoruz? Elimizde hazır çözümler olmadığında ne yapıyoruz? Basit bir yanıtı olmasını isteyeceğimiz sorulardır eminim bunlar.
Öncelikle, bir problemi çözmek istiyorsak çözüm üretmeye çalışmaktan vazgeçmemiz gerektiğini söylemeliyiz. İlk bakışta tuhaf bir yaklaşım olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak problemi son derece etkili bir şekilde analiz etmek büyük önem taşıyor. Albert Einstein’ın ünlü sözünü hatırlayalım: “Bir problemi çözmek için 1 saatim olsaydı, 55 dakikasını problemi tanımlamaya, 5 dakikasını da çözümü bulmaya ayırırdım”.
Peki problemi düşünmek ne anlama geliyor? Gayet ortada olan, görünen bir problemi düşünmeye neden uzun zaman ayırmak gerekir?
Şöyle açıklayalım; çözmeye çalıştığımız görünen problemler aslında ilk bakışta göremediğimiz veya fark etmediğimiz daha farklı problemlerden kaynaklanıyor olabilir. Dolayısı ile “problemin altında yatan problemi düşünmek” mutlaka mesai ayırmamız gereken yegâne şey.
Problemin altında yatan problemi bulmak yani kök neden analizi yapmak için aşağıdaki temel soruların yanıtını bulduğumuzdan emin olmalıyız:
- Problem ne?
- Bu problem hangi sebeplerden ortaya çıkmış (kök-neden ne)?
- Öncelikle hangi problemi çözmeliyim (görünen problemi mi kök-nedeni mi)?
Böylece, problemi kökünden çözme ve yeniden benzeri problemlerin ortaya çıkmasını engelleme şansı bulabiliriz. Herhangi bir probleme bulduğumuz bu köklü çözümler gerçekten problem çözmenin ta kendisi aslında.