Birkaç tanıdık cümleyle başlayalım yazımıza…
“Prensip olarak mesai saatleri dışında telefonlarıma cevap vermiyorum”
“Akşam olunca iş telefonumu kapatıyorum”
“Hafta sonu işle ilgili acil bir şey yapmam gerektiğinde nefretle yapıyorum”
“Tam ofisten çıkacakken müdürüm bir şey istediğinde deliye dönüyorum”
“Az insanla çok iş yapmaya çalışıyoruz; o yüzden iş yüküm çok ağır ve mutsuzum”
Oysa ki özellikle ülkemizde, işimizin dinamikleri genelde uygun değildir böyle düşünmeye, hissetmeye… Özellikle kısıtlı iş gücü ile yeni bir şeyler üretmeye çalışıyorsak, günlük rutin işlerin dışına çıkmak bir zorunluluk haline gelir. Veya müşterilere direkt olarak hizmet eden bir iş yapıyorsak, müşterinin beklenti ve taleplerini bir şekilde karşılamak en önemli önceliktir…
Bu tür durumlar karşısında en çok düşündüğümüz şeylerden biri de “Avrupalı böyle mi çalışıyor, adamlar mesai bitince keyiflerine bakıyor!” olabilir…
Bu durumda acilen hem kültürel ve sosyal hem de ekonomik açıdan ülke dinamiklerimiz bağlamında düşünmeye başlamamızda fayda var. “Gelişmekte olan bir ülke” kategorisindeyiz, organizasyon yapıları henüz batılı standartlarda oluşturulabilmiş değil, iş yapış biçimleri halen belirli süreçler kapsamında ele alınamıyor ve en önemlisi müşterilerimizi de içine alan bu koca ülkede müşteri beklentileri de bu bağlamda ideal olduğunu düşündüğümüz batılı sınırları aşan türde. Bir bakıma, müşterimizin işi bitmeden bizim de işimiz bitemiyor bir türlü.
“Avrupalı gibi olmak” konusunda birçok önemli nedenden halen yolumuz olduğunu biliyorken, bu fazladan çalışma zorunluluğunu nasıl ele alacağız peki?
“Hangi amaca hizmet ettiğimizi biliyor olmak” en önemli konu başlığı… Yaptığımız işin bir amaca hizmet ettiği duygu ve düşüncesine sahip değilsek, gerekli hallerde fazladan çalışmak zorunda kalmak da büyük bir sorun haline gelebiliyor hayatımızda. Ortaya çıkan işler konusunda kendimizi bir türlü motive hissedemiyorsak sorgulamamız gereken konuları değerlendirmelerinize sunmak isterim;
- Çalışmakta olduğumuz şirketin amacı ne?: Hem şirketin var oluş amacı hem de içinde bulunduğu dönemdeki odak alanları ve hedefleri boyutunda düşünmeliyiz bunu. Bunları bilmiyorsak öğrenmenin bir yolunu bulmalıyız mutlaka.
- Bu amaç bizim için bir anlam ifade ediyor mu?: Etmiyorsa, doğru işi yapıp yapmadığımızı, doğru bir organizasyonda çalışıp çalışmadığımızı gözden geçirmek bize düşüyor.
- Bu amacı yerine getirecek takımın içinde yer almak istiyor muyuz?: Eğer istemiyorsak, kendi hedef ve önceliklerimizle şirketimizin hedef ve öncelikleri arasında bir bağlantı yok demektir. Yine, doğru yerde doğru işi yapıp yapmadığımızı düşünmek bize düşüyor.
Elbette ki, belli bir amaca bağlı hissetmek ve böylelikle yaptığımız her işin aslında daha büyük bir amacın yerine gelmesine katkısını hissetmek tek taraflı olarak sadece bizim oluşturabileceğimiz bir olgu değil. Günümüzde, modern organizasyonlar şirketlerinin misyon ve vizyon bildirgelerini çalışanları ile birlikte hazırlama yolunda büyük bir yol kat etmeye başladı tam da bu nedenden. Bu tür organizasyonlarda yapılan araştırmalar çalışanların motivasyonu ve bağlılığı konusunda dikkat çekici gelişim olduğunu söylüyor.
Ama elbette ki; her zaman bu kadar şanslı olmayabiliriz. Bu durumda şirketimizin neden var olduğu ve nereye gitmek istediği konusuna hâkim olmak ve bunu kendi kişisel hedeflerimizle bağlamak bize düşen bir sorumluluk. Yaptığımız veya yapmadığımız her şeyin birlikte çalıştığımız takım arkadaşlarımızın iş sonuçlarına, şirketimizin mevcut durumuna ve geleceğine imza atmak olduğunu düşünmeye inanın değer. Sizce de öyle mi?