Bizi, “alışmış olduğumuz yaşama şeklimizi” değiştirmeye zorlayan olağanüstü koşullar içindeyiz. Bir an önce bu zor günler bitsin, her şey eskisi gibi olsun arzusu taşıyoruz doğal olarak. “Bir süre geçecek ve bizler işlerimize kaldığımız yerden devam edeceğiz” gibi bir inançla bekliyoruz. Ancak görünen o ki; koşullar eskisi gibi olmayacak… Ve bizlerin de eskisi gibi olmayı ummamızın bir faydası olmayacak.
Şu anda zihinsel olarak yaşadığımız şeyin ne olduğunu bir gözden geçirelim dilerseniz.
Başımıza gelen tüm felaketleri kabullenme sürecimiz 1969 yılında Elizabeth Kübler Ross tarafından yazılan bir kitapla ortaya koyulmuş olan ve halen geçerliliğini koruyan bir model ile son derece etkili bir şekilde tanımlanmış. Kübler-Ross’a göre, başımıza gelen felaketlerde (kitapta konu edilen felaket “bir yakınımızı kaybetmek”) 5 adımdan oluşan bir süreç yaşıyoruz: İnkâr, Öfke, Pazarlık, Depresyon ve Kabullenme.
Bu modeli de referans alarak ortaya çıkan davranışlar incelendiğinde, başa çıkmakta zorlandığımız felaketlere sırasıyla aşağıdaki tepkileri veriyoruz:
- Şaşkınlık, İnkâr ve Kaygı: Başımıza gelen şeyin varlığını kabul etmeme, görmezden gelme, inanamama ve benzeri bir ruh hali yaşıyoruz ilk olarak. Bu süreçte kendimizi gerçeklerden ve belki de hayatımızdaki her şeyden izole ederek bir bakıma hayatta kalmanın bir yolunu bulmaya hazırlanıyoruz. İnkâr duygusunu yaşadığımızın en büyük göstergesi “bize bir şey olmaz”cı yaklaşımımız mesela. “Eldivenlerimi ve maskemi takıyorum, zaten hastalık semptomları da taşımıyorum” diyerek günler, haftalar geçiriyoruz. Yakın çevremizde olmadığı sürece ortaya çıkan vakaları birer “rakam, sayı, istatiksel bilgi” gibi algılıyoruz. Tüm bunlar olurken, bundan sonra ne olacağı konusunda yoğun bir kaygı ve endişe yaşamaya başlıyoruz. “İşten çıkartılacak mıyım?”, “bizim şirket faaliyetleri durduğu için zarar edince ne olacak?”, “kirayı, kredi borçlarını, faturaları ödeyemezsem ne olacak?” en basitinden her birimizin üzerinde taşıdığı kaygıların başını çekiyor. Ancak, uzmanlara göre, bundan sonra ne olacağını düşünmeye başladıysak hayatta kalmanın yollarını aramaya başladığımız anlamına geliyor ki; bu da psikoloji bilimine göre iyi bir şey. Kendimize gelecekle ile sorular sormamız ve cevaplar aramamız, bitmek tükenmek bilmez yaşama isteğimizin en sağlıklı göstergelerinden birisi. Ve bu arayış, insanlık tarihi boyunca hep yeni çözümler bulmamızı ve hayatta kalmamızı sağlamış.
- Öfke ve Karmaşa: Yoğun olarak isyan ve direnç durumunun öne çıktığı bir evre. Başımıza gelen şeyin kendimizce sorumlularına yoğun bir öfke yönelterek aslında yine akıl sağlımızı koruyan bir mekanizmayı devreye sokmuş oluyoruz. Mesela ülkeyi yöneten otoritelere kızıyoruz, mesela yöneticimize veya patronumuza kızıyoruz… Sonucu değiştirmese de yaşadığımız öfke duygusu bastırılmış olumsuz duygularımızın açığa çıkarak normalleşmesine yardımcı oluyor. Bu dönemde, kendimizi sıkça “keşke” derken veya “içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor” derken de bulabiliyoruz. Mesela “keşke Almanya’ya taşınsaydım zamanında” diyoruz. “keşke bir kenara daha çok para atsaydım” diyoruz. Veya “bundan sonrası uçurum, hepimiz bittik” diyoruz. Anlam kaybı yaşadığımız bu evrede geçişli ve karmaşık bir ruh halinde olmamız olağan bir tepki olarak tespit edilmiş. Ancak bu ruh hali içinde olmak son derece zor ve bazen bitmek tükenmek bilmez bir tünelin içineymişiz hissi yaratabiliyor.
- Kabullenme ve Yeniye Alışma: Bu aşamaya geldiğimizde, artık yeni durumun varlığını, yani değişmez bir gerçek olduğunu kabul edip, güçlü yaşama güdümüzle yolumuza devam etmeye isteğimiz artıyor. Öfke, pişmanlık ve depresyonumuz yerini yeni yollar aramaya ve yeni duruma adapte olma güdüsüne bırakıyor.
Şu anda tüm insanların bu sürecin bir yerlerinde olduğunu kolaylıkla görebiliriz aslında. Kimimiz durumu hala inkâr ederken, kimimiz yeni yollar bulma çabasına girdi bile. İş dünyasında yeni çalışma biçimleri konusuna hiç olmadığı kadar kafa yorulduğunu, elverişli olan mesleklerde uzaktan iş yapmanın kalıcı yollarının arandığını, endüstri 4.0 ile alakalı yapılan tüm projeksiyonların koşullar gereği öne çekilerek hızlandırılmaya çalışıldığını görüyoruz mesela. Bu eğilimlerin tamamı, kabullenme ve kabullenilen yeni duruma adapte olma güdümüzle ilgili olağan üstü çözümler üretilmesine vesile olacak. Hepimiz göreceğiz bunu, tarihin bu bölümüne tanıklık eden kişiler olarak.
Ve bundan sonra hiçbir şeyin gerek ekonomik gerekse sosyal açıdan eskisi gibi olamayacağı gerçeği duruyor önümüzde. Ne yapacağız o halde?
Yukarıda bahsettiğimiz evrelerin ilk ikisinde, yani “şaşkınlık-inkâr-kaygı” ve “öfke-karmaşa” evrelerinde “bilgilendirilmek ve desteklenmek” çok büyük bir önem taşıyor. Bu nedenle iş dünyasında işverenlere ve yöneticilere büyük görev düşüyor. Bu noktada, doğru şekilde sorumluluk alarak küçük veya büyük ekiplere sahip her işveren ve/veya yöneticiden etkili liderlik sorumluluğunu layıkıyla yerine getirmesini bekliyoruz. Şimdi, tüm kurumların, tüm çalışanlarına açık ve net bir şekilde yön vererek ve onları maddi-manevi anlamda destekleyerek hayatta kalmaya odaklanması gerekiyor.
Yapılması gerekenler çok açık:
- Şirketin vizyonunu, işin gidişatını herkese sık sık anlatmak gerekiyor.
- İşin, gidişatın ve alınan kararların mantığını anlatmak gerekiyor.
- Gerek yöneticiler gerekse daha üst seviyedeki iş sahiplerinin sürekli olarak çalışanları ile iletişim kurması gerekiyor (yüz yüze olamayacak madem; görüntülü görüşme teknolojileri ile).
- Açık ve dürüst bir iletişim ve geri bildirim stratejisi uygulamak gerekiyor.
- Çalışanların bu yeni durum ile ilgili duygu ve düşüncelerini ifade edebileceği platformlar oluşturmak ve onları sürekli dinlemek gerekiyor.
- Çalışanların bireysel gelişim ve kariyer planlarını yapmalarına destek olmak gerekiyor.
- Liderlerin ekipleri ile değişim sürecini tartışarak değerlendirmesi gerekiyor.
- Liderlerin çalışanlarına bireysel destek vermesi gerekiyor.
Üzerlerindeki baskının azalması ile daha kolay bir şekilde “kabullenme ve yeniye alışma” evresine geçecek çalışanların ise yeni koşullarda iş sonuçları elde etme ve başarma konusunda “cesaretlendirilmesi” ve ortak sorumluluk almaya daha fazla “dahil edilmesi” gerekiyor. Böylelikle, kurumların an itibarı ile en çok ihtiyaç duyduğu karşılıklı dayanışma kültürünün de bir an önce inşa edilmesi gerekiyor. Peki nasıl?
- Çalışanlara değişim süreci sonrası onlardan ne beklendiğini açıkça aktarmak gerekiyor.
- Değişecek iş süreçleri ve İK süreçlerinin bir an önce devreye alınması gerekiyor.
- Değişimden etkilenen çalışanlara danışmak ve en doğru yolları bulmak adına fikirlerini almak gerekiyor.
- Değişimden etkilenen çalışanları süreçlere daha fazla dahil etmek ve başarılarını takdir etmek gerekiyor.
- Ekip içinde bu süreci en doğru şekilde yönetenleri tespit edip başkalarını da desteklemeleri konusunda yardımlarını almak gerekiyor.
Ve bugünlerin öyle ya da böyle biteceğine ve aslında tam da bugün yaptıklarımıza bağlı olarak çok daha etkili ekiplere dönüşebileceğimize inancımızı kaybetmemek gerekiyor.