İş yerinde ayrımcılık, üzerinde her geçen gün daha çok çalışılan konular arasında. Batı literatüründe bu konuda yapılmış en eski çalışmalar çoğunlukla ırk ve cinsiyet ayrımcılığı konusunu ele alıyor. İlk bakışta, iş yerinde ayrımcılık konusunda nispeten daha kabul edilebilir sorunlarımız varmış gibi görünse de ülkemizde görünen ve görünmeyen ayrımcılık yaklaşımı çözüm bekleyen sorunlar arasında ne yazık ki.
Bu hafta itibarı ile birkaç yazımızı bu konuya ayırmaya karar verdik. Ama gelin bugün genel ayrımcılık türlerinin neler olduğuna bir göz atalım:
Cinsiyet Ayrımcılığı: Türkiye’de 1934’ten beri seçme ve seçilme hakkına sahip olmuş kadınlarımız. Birçok ülkeden daha önce aştığımız bu eşik nedeniyle daha ileri bir seviyede olduğumuzu düşünsek de cinsiyet eşitsizliğinin dillendirilmeyen bir sorun olarak yaşanmaya devam ettiğini söyleyebiliriz. Kritik yönetim kademelerindeki kadın sayısı son yıllarında üzerinde en çok çalışılan ve ses getiren konulardan biriyken, sessizce ve usulca doğum iznine gitme potansiyeli olduğunu düşündüğümüz kadınları işe alım esnasında ikinci plana atabiliyoruz. Veya zihnimizde tanımlanmış olan ‘erkek işleri’ne kadınları yerleştirmekten imtina edebiliyoruz. Dolayısıyla bütün dünya ile birlikte, kadınlara yaklaşımımızın ne olduğunu düşünmemizde fayda var. Bunun yanı sıra farklı cinsel yönelimlere sahip olduğu fark edilen kişilerin çok daha vahim karar hatalarına kurban gittiğini görüyoruz. Dolayısıyla cinsiyet ayrımcılığı formal olarak kadın-erkek eşitsizliği olarak ele alınsa da örtülü bir sorun olarak farklı yönelimlere yönelik bakış açımızın da acilen sorgulanması gerekiyor.
Irk Ayrımcılığı: Görünürde ne mutlu ki belirleyici olmadığını gözlemlediğimiz ırk ayrımcılığı konusu, aslında dolaylı olarak en büyük sorunlarımızdan biri hala. Dünyada hala siyahilere karşı yapılan akıl almaz ayrımcılığı oturduğumuz yerden esefle izlerken, bizim kültürümüzde bu tür bir ayrımcılık olmadığı inancıyla teselli buluyor olabiliriz. Ancak eğri oturup doğru konuşmamız gereken bir konu bu. Ülkemizde ‘ırk’ konusu o kadar ‘örtülü’ ve ‘konuşulması neredeyse ayıp’ bir konu olarak ele alınıyor ki; açıkça dillendirilmeyen bu konu hiç kimse için mesele değilmiş gibi düşünüyoruz. Oysa bizim ülkemiz, nereli olduğunun dahi çok önemli olabildiği, bu anlamda dahi ayrımcılığın yapılabildiği ve daha da kötüsü bu anlamda durumunun farkında olmayan bir ülke niteliğinde.
İnanç Temelli Ayrımcılık: Yalnızca iş yerinde değil hayatın her alanında aşmamız gereken bir diğer konu. Organizasyonların, bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde oluşturduğu inanç gruplarının bir temsilcisi haline geldiğini söyleyebiliriz ne yazık ki. Asıl konunun iş çıktıları olmaktan uzaklaştığı bir alan bu maalesef. Ve dünyanın birçok yerinde olduğu gibi ülkemizde de hastalıklı bir sorun olarak büyümeye devam ediyor.
Siyaset Temelli Ayrımcılık: Farklılıklara saygı konusunu evrensel bir değer olarak benimsediğimizi ne yazık ki söyleyemiyoruz. Dolayısı ile her dönemin eğilimleri farklı da olsa siyasi görüşler nedeniyle ayrımcılık yaklaşımını her alanda görmeye devam ediyoruz. Bu arada konunun organizasyonun başarısı olduğu bir ortamda siyasi görüşlerin konu dahi olmaması gerektiğini kâğıt üzerinde de olsa biliyoruz aslında.
Yaş Ayrımcılığı: İşte bu konuya ülkece henüz değinmeye başlamadık. Ancak bizi bekleyen bir tehlike var. Genç nesillere odaklanmışken, orta yaşlı çalışanların kolayca gözden çıkartılabildiği organizasyonlara dönüşüyoruz. Diğer yanda ülke nüfusu hızla yaşlanıyor ve doğum oranlarının düşmesiyle paralel olarak orta vadede düşen bir genç nüfus sayısına sahip olacağız. Dolayısıyla tecrübeli olan orta yaşlı kişiler iş dünyasından ayıklanmışken, kalifiye iş gücü bulmakta da her geçen gün zorlanmaya başlayacağız. İşe alım kriterlerinden başlayarak yaş sınırlarının konuşulduğu bir yaklaşımı ne şekilde aşabileceğimizi düşünmeye başlamamız gerekiyor.
Engellilere Yönelik Ayrımcılık: Hem pozitif hem de negatif bir ayrımcılık çeşidi bu ne yazık ki. Kişilerden beceri ve yetkinlikleri bazında ne beklediğimize odaklanmaktan ziyade kalıplaşmış düşüncelerle ele aldığımız bir konu ayrıca. Ülkemizde engelli çalışanlara yaklaşımın ya ‘onlara bakmak ve sahip çıkmak’ düzleminde ya da ‘onların işimiz için uygun olmadığı’ düzleminde ele alındığını görüyoruz. Oysa her ikisi de tamamıyla hatalı yaklaşımlar. Çalışanların yalnızca beceri ve yetkinliklerinin ne olduğuyla ilgilenmeyi başardığımız anda organizasyonlara değer katacak engelli kadroların büyümesi işten bile değil.
Önümüzdeki haftadan itibaren, bu ayrımcılık türlerini sırasıyla ele alarak organizasyonun sağlığı için doğru yaklaşımın ne olduğunu gündeminize taşımaya çalışacağız.